PeygamberEfendimiz’in ikinci annem dediği hanımı Fâtıma bint Esed (r.a.) de ona kendi çocuklarından daha çok alâka gösterdi. Ebû Tâlib nübüvvetten sonra da yeğeninin yanında yer aldı ve kendisini korumak için elinden geleni yaptı. PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN EVLİLİK HAYATI (Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Evlilikleri ve
Peygamberimizin (asm) vefatından sonra bir köşeye çekilip, son derece mahzun ve yalnız yaşadı. Hz. Ebu Bekir (ra)’in halifeliği devrinde de böyle yaşayıp, onun vefatından sonra Şam’a gitti. Oraya yerleşti. Halis bir mümin, dürüst bir adam ve hatalı davranışlara çekinmeden karşı çıkan biri olarak bilinmektedir.
Efendimiz, dedesinin vefatından sonra taşındığı Ebû Tâlib’in evinde, üzerine titreyen ve âdeta kendisine 17 yıl samimi annelik yapan bu müstesna kadını, bizzat kabrine indirmiş, ilk sorguyu atlatıncaya kadar kabrine uzanmış ve gözyaşları içerisinde ötelere uğurlamıştı.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlikten sonra ne kadar yaşamıştır? 13 yıl Mekke’de, 10 yıl Medine’de olmak üzere 23 yıl yaşamıştır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hangi yılda, kaç yaşında, nerede vefat etti? 632 yılında, 63 yaşında, Medine’de vefat etti.
Peygamberimiz(s.a.v.) doğmadan 55 gün önce babası Abdullah vefat etti.5 yaşına kadar süt annesinin (halime hatun)yanında kaldı,1 sene Annesiyle (Amine hatun) beraber kaldı.6 yaşında Annesi vefat edince 8 yaşına kadar dedesi ile beraber kaldı.8 yaşında da dedesi Abdulmuttalip vefat etti.
Vay Tiền Nhanh. Hz. Muhammed'in Hayatı İle İlgili Test soruları 1- Peygamber Efendimiz kimin neslindendir? A oğlu B oğlu C D 2- Peygamber Efendimiz nerede ve hangi tarihte doğdu? A 622 Mekke B 571 Mekke C 622 Medine D 571 Medine 3-Peygamber Efendimizin babası ne zaman vefat etti? ADoğumundan 6 ay önce BDoğumundan 4 ay önce CDoğumundan 2 ay önce DDoğumundan 4 ay sonra 4-Peygamber Efendimizin babasının ismi nedir? A Ebu Talip B Abdulmuttalip C Abdullah D Abbas 5- Peygamber Efendimizin annesinin ismi nedir? A Halime B Amine C Şeyma D Hatice 6- Peygamber Efendimizin ismini koyan kimdi? A Annesi Amine B Dedesi Abdulmuttalip C Amcası Ebu Talip D Babası Abdullah 7-Peygamber Efendimiz kaç yaşına kadar sütannesinin yanında kaldı? A 4 B 6 C 7 D 8 8- Peygamber Efendimiz annesi vefat ettiği zaman kaç yaşındaydı? A 4 B 5 C 6 D 8 9- Peygamber Efendimiz annesinin vefatından sonra kimin yanında kaldı? A Dedesi Abdulmuttalip B Amcası Ebu Talip C Amcası Abbas D Süt annesi Halime 10- Peygamberimizin süt annesinin yanında kalırken gerçekleşen “Şakkı Sadr” olayı nedir? A Ayın yarılması B Göğsünün yarılması C Fil Vakası D Koyunların sütünün artması 11- Peygamber Efendimiz dedesi Abdulmuttalip vefat ettiği zaman kaç yaşındaydı? A 6 B 7 C 8 D 9 12- Peygamber Efendimiz dedesi Abdulmuttalip’in ölümünden sonra kimin yanında kaldı? A Amcası Abbas B Amcası Ebu Talip C Süt annesi Halime D Hiçbiri 13- Peygamberimizi sütanne olarak alan Hz Halime'nin evinde aşağıdaki değişikliklerden hangisi oldu? A Binek hayvanı yaşlı ve yavaş iken hızlandı. B Deve ve koyunlarının sütleri arttı. C Evlerine bolluk ve bereket geldi. D Hepsi 14 Aşağıdakilerden hangisi Peygamberimizin doğduğu gece meydana gelen olaylardan değildir? A Sava Gölü kurudu. B 1000 yıldır yanan ateş söndü. C Gök gürledi, şimşekler çaktı. D Semave Vadisi sular altında kaldı. 15- Peygamberimiz Hz. Muhammed sütannesinin yanında kaç sene kalmıştır? A 2 B 3 C 4 D 5 15- Peygamberimizin annesi nerede vefat etmiştir? A Mekke'de B Taif'te C Medine'de D Ebva'da 16- Peygamberimiz 12 yaşındayken amcası Ebu Talip'le ticaret için nereye hareket etmiştir? A Şam'a B Habeşistan'a C Medine'ye D Kudüs'e 17-Peygamberimize Mekkeliler tarafından güvenilirliği sebebiyle verilen lakab nedir? A Güvenilir Muhammed B Merhametli Muhammed C Muhammedül Emin D Adil Muhammed 18- Peygamberimiz amcasıyla Şam'a ticaret için yola çıktığında Busra'da verdikleri molada, amcasın yeğenini geri götürmesini söyleyen kişi kimdir? A Meysere B Bahira C Haris D Ebu Talib 19- Peygamberimiz ilk evliliğini kaç yaşındayken yapmıştır? A 20 B 23 C 25 D 28 20- Aşağıdakilerden hangisi Peygamberimizin ilk eşidir? A Hz. Aişe B Hz. Zeynep C Hz. Sevde D Hz. Hatice 21- Hacerü'l Esved'in kelime anlamı nedir? A Siyah Taş B Hacer'in Taşı C Uçan Taş D Hicret Mevsimi 22- Aşağıdaki lerden hangi s i Peygamberimizin çocuklarından biri değildir? A Kasım B Rukiye C Zeynep D Aişe 23- Peygamberimizin güvenirliliği sayesinde, Kabenin tamiri sırasında kabile savaşlarının çıkmasını önlediği olaya ne ad verilir? AKabe tamiri BKabe Hakemliği C Hılful Fudul D Hılful fasih 24- Peygamberimizin, peygamberlik gelmeden evvel Mekke şehrinden uzaklaşarak ibadet etmeye başladığı mağara ve dağın adı nedir? A Nurdağı-Hira Mağrası B Sevr Dağı - Hira Mağarası C Hira Dağı Sevr Mağrası D Hiç biri 25- Peygamberimizin hangi amcası hakkında Tebbet Suresi nazil olmuştur? A Ebu Talip B Ebu Leheb C Ebu Cehil D Abbas
Mehmet Paksu'nun köşe yazısı Soru Kimyayı Saadet kitabının "Evlilikte Erkeğin Dikkat Edeceği Hususlar" başlığının 8. maddesinde "Hanımına doymuş, yanında kalmak istemeyen erkek onu boşamalıdır. Peygamber Efendimiz Hz. Sevde'yi yaşlı olduğu için boşamak istedi. Hz. Sevde, "Ben nöbetimi Aişe'ye verdim. Kıyamet günü senin nikâhın altında olmam için beni boşama' dedi. Peygamberimiz de onu boşamadı ve iki gece Hz. Aişe'nin yanında, bir gece de diğer hanımlarının yanında kalırdı" yazıyor. Doğru mudur? Doğru ise bu konuyu nasıl yorumlamalıyız? Enes Şimşek Cevap Hz. Sevde ve ilk eşi Sekran İslam'ı kabul edince, Mekke'de çok işkence gördüler ve daha sonra Habeşistan'a hicret ettiler. Mekke'ye geri döndüklerinde Hz. Sekran vefat etti. Böylece Hz. Sevde beş çocuğuyla birlikte dul kaldı. Hz. Hatice'nin vefatından sonra Peygamberimiz Hz. Sevde'ye Hz. Hale'yi dünürcü olarak gönderdi. Hz. Sevde'nin evine giden Hâle, konuyu açtı. Hz. Sevde bu müjdeye çok sevindi, fakat endişeliydi. Endişesini bir vesile ile Peygamberimiz'e şöyle açıkladı "Vallahi yâ Resulallah! Sizinle evlenmeme hiçbir şey engel değil. Ancak şu çocukların başınızda vızıldayarak sizi rahathız etmelerinden çekiniyorum." Yüce Nebi, "Allah sana rahmet etsin. Kadınların hayırlısı, küçük çocukları sebebiyle zorluklarla karşılaşandır" buyurarak tereddüdünün yersiz olduğunu ifade etti. Hz. Sevde, Peygamber Efendimiz'le nikâhlandığında yaşı bir hayli ilerlemişti. Elli yaşın üzerinde bulunuyordu. Bu evlilikten birkaç sene sonra Peygamberimiz Hz. Aişe ile nikah yaptı. İlerleyen yıllar içinde Hz. Sevde'nin bir insan olması hasebiyle bir iki hatası olmuştu. İbn Hişam'ın "es-Sîretü'n-Nebeviyye"sinde yer aldığına göre, Hz. Sevde, Efendimiz'in eşi olduktan bir süre sonra, Hz. Peygamber ve kızları ile münasebetlerinde bazı aksamalara meydan veriyordu. Yine aynı kaynakta geçtiğine göre, Hz. Sevde, ilk eşinin kardeşi Süheyl bin Amr'ı Bedir savaşı esirleri arasında elleri bağlı olarak görünce kendini tutamadı ve ona şöyle çıkıştı "Ey Ebâ Yezid! Kendinizi nasıl teslim ettiniz? Şerefinizle ölemediniz mi?" Hz. Sevde'nin bu konuşmasını öğrenen Peygamberimiz "Sevde! Sen Allah'a ve Resûlü'ne karşı mı geliyorsun?" diyerek ikazda bulundu. Hz. Sevde "Ey Allah'ın Resûlü! Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Ebû Yezid'i böyle görünce bunları söylemekten kendimi alamadım" dedi. Bu ve bunun gibi bazı gelişmeler üzerine Peygamber Efendimiz, Sevde'yi boşamayı düşündü. Hz. Sevde yaptığı hatayı anlar anlamaz Resulullah'a ricacılar gönderdi. En sonunda kendisi gitti, yalvarıp yakardı "Ya Resulallah, sizden dünyalık bir şey beklemiyorum. Bana ayırdığın bir günü de Aişe'ye veriyorum. İsterseniz ömür boyu hatırımı sormak için dahi yanıma uğramayabilirsiniz. Ama ne olursunuz ben âhirete, senin nikahlın olarak gitmek arzusundayım. Başkaca hiçbir düşüncem yoktur." Peygamberimiz de onun bu ricasını kabul etti. Daha sonra bu evlilik hayatı pürüzsüz olarak devam etti. Bu açıklamalardan sonra, İmam Gazali'nin temas ettiği gibi, Peygamberimiz. Hz. Sevde'yi sadece yaşlı olduğu için boşamak istemedi, zaten evlendiğinde yaşlıydı. Bir iki örneğini verdiğimiz gibi, aile içinde bazı sıkıntılar oluşmuştu. Görüldüğü gibi, Hz. Sevde'nin hatasını kabul etmesi ve özür dilemesi üzerine Peygamberimiz onu boşamaktan vazgeçmişti. Kaldı ki, her ailede bu çeşit problemler olabilir. Hz. Sevde'nin kendi sırasını Hz. Aişe'ye vermesi ise bir kadının yapacağı en önemli bir fedakârlıktır. Hz. Aişe Hem genç ve güzel bir kadındı, hem de zekâsı, bazı üstün özellikleri ve kabiliyetleriyle Resulullah'a tam olarak muhatap olacak bir yaratılışa sahipti. Yoksa Allah Resulü'nü kendimize benzeterek bir karara ve hükme varırsak, bu yanıltıcı olduğu gibi, ona olan hürmetimize de gölge düşer. Bugün mehmetpaksu
Peygamber Efendimiz kimlerin himayesinde büyümüştür Ahiret Yolcusu Peygamber Efendimiz kimlerin himayesinde büyümüştür? Peygamber Efendimizin doğumundan iki ay önce babası vefat etmiştir. Mekke’deki geleneksel uygulamaya göre, çocuklar süt anneye verilirdi. Peygamberimiz de 4 yaşına kadar süt annesi Hz. Halime’nin yanında kaldı. 6 yaşındayken annesi de vefat edince 8 yaşına kadar dedesi Abdulmuttalib’in yanında, dedesinin vefatından sonra amcası EbuTalib’in himayesinde büyümüştür. Benzer YazılarPeygamber Efendimiz İlk Evliliğini Kaç Yaşında YapmıştırPeygamber efendimiz hangi kabiledendirPeygamber Efendimiz Medine’de kimin evinde kalmıştırPeygamber efendimiz ne zaman, nerede dünyaya gelmiştirPeygamber efendimiz in soy ağacıPeygamber Efendimiz ile ilgili Bilmeceler
Peygamber Efendimiz "aşere-i mübeşşere" olarak isimlendirilen on sahabiyi, henüz hayatta iken cennete girecekleri müjdesini vermiştir. Onlar, kendilerine tebliğ edilen İslam'ı ilk kabul eden, bu uğurda işkence gören Müslümanlardır. Allah yolunda kendi akrabalarına karşı savaşmaktan çekinmemiş, her biri Bedir Savaşı'na iştirak etmişler ve İslam'a büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Resulullah tarafından cennete girecekleri hayatta iken kendilerine müjdelenmiştir. İşte hayattayken cennet ile müjdelenen 10 sahabe... İlk Müslümanlardan olan ve Peygamberimizin vefatının ardından ilk halife olan Hz. Ebu Bekir, hayattayken cennetle müjdelenen on sahabiden biriydi. Fil Vak'ası'ndan üç yıl kadar sonra Mekke'de doğdu. Servetini Allah yolunda harcayıp eski elbiseler giydiği için "Zü'l-hilâl", çok şefkatli ve merhametli olduğu için "Evvâh" lakaplarıyla da anılmıştır. Ancak onun en meşhur lakabı Sıddîk'tır. "Çok samimi, çok sadık" anlamına gelen bu lakap kendisine, Miraç olayı başta olmak üzere gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından verilmiş ve İslâm literatüründe bununla şöhret bulmuştur. Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu haber alınca yanına gittiği ve kendisiyle görüştükten sonra İslâmiyet'i kabul ettiğine inanılır. Buna karşılık hemen bütün kaynaklarda Ebû Bekir'in İslâmiyet'i ilk kabul eden kişi olup olmadığı konusundaki çeşitli rivayetlere yer verilmiştir. Hz. Peygamber'in onun üstünlüğünden söz ederken kendisini herkesin yalanladığı bir sırada Ebû Bekir'in inandığını ve İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini söylemesi onun ilk Müslümanlardan olduğunu göstermektedir. Mekke döneminde İslâmiyet'in yayılmasında Hz. Ebû Bekir'in Kureyş'in ileri gelenlerinden biri olmasının büyük tesiri vardır. Hz. Peygamber'in Mekkeliler'i İslâmiyet'e gizlice davet ettiği sıralarda Kureyş'in ileri gelenlerinden birçok kimse onun vasıtasıyla Müslüman olmuştur. İslam'ın ikinci halifesi Hz. Ömer, Fil Vak'ası'ndan on üç yıl kadar sonra, diğer bir rivayete göre ise Büyük Ficâr savaşından dört yıl kadar önce Mekke'de doğdu. Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Babasının develerini güttüğü, içkiye ve kadına çok düşkün olduğu, iyi ata bindiği, iyi silâh kullandığı ve pehlivan yapılı olduğu belirtilmektedir. Şiire meraklı olduğu, güzel konuştuğu, okuma yazma bildiği, ensâb bilgisini öğrendiği, ticaret yaptığı, bu maksatla Suriye, Irak ve Mısır'a gittiği, Kureyş kabilesi adına elçilik görevinde bulunduğu rivayet edilir. Kureyş'in bazı ileri gelenleri gibi putperestliğe bağlı kalarak önceleri Hz. Peygamber'e ve İslâmiyet'e karşı düşmanlık gösteren, bilhassa kabilesinden Müslüman olanlara işkence yapan Ömer, Hz. Muhammed'in peygamberliğinin 6'ncı yılında Müslüman oldu. Hz. Ömer'in Müslüman oluşunun Resûl-i Ekrem'in, "Yâ rabbi! İslâmiyet'i Ömer b. Hattâb veya Amr b. Hişâm Ebû Cehil ile teyit et" duasının bir tezahürü olduğu belirtilir. Onun Müslüman oluşu ile İslam kuvvet bulmuştur. Katıldığı seriyyeler dışında Resûl-i Ekrem'in yanından hiç ayrılmayan Hz. Ömer kumandanlığını Resûlullah'ın yaptığı bütün savaşlarda, Hudeybiye Antlaşması, Umretü'l-kazâ ile Vedâ haccında bulundu. Resûl-i Ekrem'in vefatı sahabeler arasında büyük bir üzüntü ve şaşkınlık meydana getirmiş, Hz. Ömer Mescid-i Nebevî'de, "Resûlullah ölmemiştir! Allah onu muhakkak ki tekrar gönderecek ve böyle söyleyen kimselerin ellerini ve ayaklarını kestirecektir!" sözleriyle duygularını ifade etmiş, onu ve diğer sahabeleri Hz. Ebû Bekir ikna etmiştir. İlk halife Ebu Bekir'e biat etmiş ve onun önemli bir destekleyicisi olmuştur. Hz. Osman, İslam tarihinin üçüncü halifesi; hilafet sancağının Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'den sonra gelen taşıyıcısıdır. Dört halife içinde en uzun süre halifelik yapan kişidir. Osman, Fil Vak'ası'ndan altı yıl sonra Tâif'te doğdu. Gençliğinde babasının yanında ticaretle uğraşan Osman, İslâm öncesinde Mekke'nin önemli tüccarları arasına girdi. İslâmî davetin ilk safhasında Hz. Ebû Bekir'in delâletiyle Resûlullah'ın yanına giderek Müslüman oldu ve ilk on Müslüman arasında yer aldı. Eşraftan olması dolayısıyla İslâm'ı kabul edişi Kureyş içinde yankı yaptı. Amcası Hakem bin Ebü'l-Âs onu bağlayıp dininden dönene kadar bağlarını çözmeyeceğini söyleyince şiddetle karşı koydu. Kararlılığını görüp bağlarını çözmek zorunda kalan amcasından sonra annesi de çok uğraştı, ancak onu dininden döndüremedi. Osman, Peygamber Efendimizin damadıydı. Resûl-i Ekrem'in vahiy kâtiplerinden olan Osman, Ebû Bekir zamanında onun kâtipliğini ve müşavirliğini yaptı. Onun Hz. Ömer'i halef tayin etmesi hususunda olumlu görüş belirtti. Hz. Ömer'in de danışmanları arasında yer aldı. Hz. Osman'ın halifeliği döneminde 644-656 İslâm orduları İran içlerine doğru ilerleyişini sürdürdü. Horasan'a etkili ve sürekli akınlar onun zamanında başladı ve bölgenin büyük kısmı fethedildi. İran'a yapılan seferler Bahreyn üzerinden deniz yoluyla da sürdürüldü. İran'ın güneydoğusunda Belûcistan'ın sahil bölgesine kadar ulaşıldı. İrmîniye, Gürcistan, Dağıstan ve Azerbaycan'ın fethi tamamlandı; Arrân bölgesi ve Tiflis fethedildi. Kuzey Afrika'da fetihlere devam edildi ve Akdeniz'de Bizans hâkimiyetine son verdi. İlk Müslümanlardan, Peygamber Efendimizin damadı ve Hulefâ-yi Râşidîn'in dördüncüsü olan Hz. Ali, Hicretten yaklaşık yirmi iki yıl önce Mekke'de doğdu. Mekke'de baş gösteren kıtlık üzerine Hz. Peygamber amcası Ebû Tâlib'in yükünü hafifletmek için onu himayesine almış, Hz. Ali beş yaşından itibaren hicrete kadar onun yanında büyümüştür. Hz. Muhammed'in peygamberliğine ilk iman edenlerdendir. Hz. Ali Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere hemen hemen bütün gazve ve seriyyelere katılmış, bu savaşlarda Resûl-i Ekrem'in sancaktarlığını yapmış ve daha sonraları menkıbevî bir üslûpla rivayet edilen büyük kahramanlıklar göstermiştir. Uhud'da ve Huneyn'de çeşitli yerlerinden yara almasına rağmen Hz. Peygamber'i bütün gücüyle korumuş, Hayber'de ağır bir demir kapıyı kalkan olarak kullanmış ve bu seferin zaferle sonuçlanarak Yahudilere galebe çalınmasında büyük payı olmuştur. Fedek'te Benî Sa'd'a karşı gönderilen seriyyeyi ve Yemen'e yapılan seferi sevk ve idare etmiştir. Hz. Ali, Hz. Peygamber'e kâtiplik ve vahiy kâtipliği yapmış, Hudeybiye Antlaşması'nı da o yazmıştır. Evs, Hazrec ve Tay kabilelerinin taptıkları putlarla Mekke'nin fethinden sonra Kâbe'deki putları imha etme görevi ona verilmiştir. Hz. Peygamber vefat ettiğinde cenazenin yıkanması ve benzeri hizmetleri, vasiyeti üzerine Hz. Ali ile Resûlullah'ın yakın akrabasından Abbas, oğulları Fazl ve Kusem ile Üsâme b. Zeyd yapmışlardır. Kur'an ve hadis konusundaki derin ilminden dolayı hem Hz. Ebû Bekir'in hem de Ömer'in özellikle fıkhî meselelerde fikrine müracaat ettikleri bir sahâbî olmuştur. Hz. Ömer zamanında, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği günün İslâm tarihi için başlangıç kabul edilmesine dair teklif de onun tarafından yapılmış ve kabul edilmiştir. Peygamber Efendimize sav ilk iman eden ve cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Abdurrahman bin Avf, 571 yılında gerçekleşen Fil Vakası'ndan on yıl kadar sonra Mekke'de doğdu. Genç yaşından itibaren ticaretle uğraştı. Câhiliye devrinde de içki içmeyen ve güzel ahlâka sahip biri olarak tanınırdı. Hz. Ebû Bekir ile olan eski dostluğu, onun vasıtasıyla Müslüman olmasını sağladı. İlk sekiz Müslümandan biri olan Abdurrahman, Mekke müşriklerinin baskı ve işkenceleri yüzünden önce Habeşistan'a, sonra da Medine'ye hicret etti. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed sav ile birlikte bütün savaşlara katıldı. Uhud'da yirmiden fazla yara aldı, hatta ayağındaki yaralar sebebiyle topal kaldı. Hicret'in altıncı yılında, yani 628'de Dûmetülcendel üzerine yapılan bir seferde, Hz. Peygamber sav onu seriyye kumandanlığına getirdi ve başına sarık bağladı. Tebük Seferi sırasında imamlık ettiği bir namaza Peygamberimiz sav de iştirak etti. Böylece Ebû Bekir gibi o da Resûlullah'a sav imamlık yapmış oldu. Vefatında Peygamber Efendimizi sav kabre indiren dört sahâbîden biri Abdurrahman idi. Hz. Ebû Bekir'in halifeliği sırasında ona müsteşarlık yaptı. Nitekim Ebû Bekir, ölümünden önceki hastalığı sırasında, Ömer bin Hattâb'ı yerine halife seçme düşüncesini ilk defa ona açmıştır. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ömer'in hilâfetinde de bu görevine devam etti. Ashâb-ı kiram halifeye arz etmekten çekindikleri meseleleri onun vasıtasıyla intikal ettirirlerdi. Ebû Ubeyde bin Cerrâh Hicretten kırk yıl önce Mekke'de doğdu. Ebû Ubeyde, Câhiliye devrinde Mekke'de okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olduğu için Kureyşliler kendisine değer verirdi. Ebû Ubeyde, Hz. Peygamber'in İslâm'a davete başladığı ve henüz Dârülerkam'a girmediği günlerde Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. İslâmiyet'in yayılması için büyük çaba gösterdi ve bu sebeple Kureyşlilerin ağır baskılarına maruz kaldı. İşkenceler dayanılmaz hale gelince 616 yılında yapılan İkinci Habeşistan Hicreti'ne katıldı. Ancak bir müddet sonra Mekke'ye döndü. Daha sonra Medine'ye hicret etti. Ebû Ubeyde Medine döneminde İslâmiyet'in tebliğ edilmesinde ve idarî işlerde önemli görevler aldı. Hz. Peygamber'le birlikte bütün gazvelere iştirak etti. Bedir Gazvesi'nde düşman saflarında bulunan babasını, özellikle kendisine hücum etmesi üzerine öldürmek zorunda kaldığı ve babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa müminlerin kâfirleri dost edinemeyeceğini belirten âyetin el-Mücâdile, 22 bundan dolayı nâzil olduğu rivayet edilir. Uhud Gazvesi'nde de yiğitlik gösterdi; İslâm ordusu dağıldığı zaman Resûlullah'ın etrafından ayrılmayan on dört kişi arasında o da vardı. Hz. Peygamber'in vefatı üzerine aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in de bulunduğu bazı sahâbîler Ebû Ubeyde'ye halife olarak biat etmek istediler. Fakat Ebû Ubeyde, bu göreve Hz. Ebû Bekir'in lâyık olduğunu söyleyerek teklifi kabul etmedi. Hz. Ebû Bekir devrinde ilk zamanlar devletin maliye işlerini yürüttü. Daha sonra Suriye bölgesine gönderilen ordulardan birine kumandan tayin edildi. Hz. Ömer tarafından Hâlid b. Velîd'in yerine bu bölgedeki orduların başkumandanlığına getirildi. Talha bin Ubeydullah ilk Müslümanlardan biridir. Nesebi Hz. Peygamber ile Mürre'de, Hz. Ebû Bekir ile Amr bin Kâ'b'da birleşir. İslam öncesi Mekke'nin önemli tüccarlarından biri olan Talha, ticaret için bulunduğu Busrâ'da karşılaştığı bir rahipten Hz. Muhammed'in peygamberliğini öğrenince hemen Mekke'ye döndü ve Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla İslamiyet'i kabul edip ilk Müslümanlar arasında yer aldı. Vahiy kâtipliği de yapan Talha, hem cennetle müjdelenen on sahâbîden hem de Resûlullah'ın havârisi diye bilinen on iki kişiden biridir. Müslüman olduğu günlerde Hz. Ebû Bekir ile aynı ipe bağlanarak işkence gördüğünden her ikisi "Karîneyn" yakın dost diye anılır. Suriye'de bulunduğu dönemde gerçekleşen Habeşistan hicretine katılamadı. Resul-i Ekrem Medine'ye hicret ettikten sonra Hz. Ebû Bekir'in ailesini Medine'ye o götürdü. Uhud Gazvesi'nden itibaren bütün savaşlarda yer aldı. Kahramanca savaştığı Uhud Gazvesi'nde Resûlullah'ı korurken birçok yerinden yaralandı ve eli çolak gün üzerinde iki zırh bulunduğu için Uhud kayalığına çıkamayan Resûl-i Ekrem Talha'nın sırtına basarak oraya çıktı bu sebeple de "Talha'ya -cennet- vâcip oldu" buyurdu. Peygamberimize ilk iman edenlerden ve cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Zübeyr bin Avvam, 595'te Mekke'de doğdu. Babası Hz. Hatice'nin kardeşi Avvâm bin Huveylid, annesi Resûl-i Ekrem'in halası Safiyye bint Abdülmuttalib'dir. Zübeyr bin Avvâm çocukluğunun büyük bir kısmını Resûlullah'ın çocuklarıyla birlikte geçirdi. Zübeyr'in putlara hiç tapmadığı, Câhiliye inanışlarına meyletmediği, İslâm'a davetin ilk günlerinde 16 yaşında iken dört, beş veya yedinci Müslüman olarak İslâmiyet'i kabul ettiği, bunda Hz. Ebû Bekir'in etkisinin bulunduğu nakledilir. Müslümanlığı kabul etmesine önce amcası Nevfel b. Huveylid karşı çıktı; İslâm'dan vazgeçmediği takdirde kendisine şiddet uygulayacağına dair yemin etti; bir sonuç alamayınca onu bir hasıra sardı ve tavana astı, alttan ateş yakarak dumanıyla ona işkence etti, ancak Zübeyr inancından vazgeçmedi. Oğluna eziyet edildiğini öğrenen annesi Safiyye onu Nevfel'in elinden kurtardı. Ok atmayı, kılıç kullanmayı ve ata binmeyi öğrenerek yetişen Zübeyr, Mekke döneminde İslâm adına ilk kılıç çeken kişi oldu. Evinde istirahat ederken dışarıdan gelen, Hz. Peygamber'in müşrikler tarafından öldürüldüğüne dair seslerle uyanmış, hemen kılıcını kuşanıp dışarıya fırlamış, yolda Resûl-i Ekrem'le karşılaşmış, telâşının sebebini soran Resûl-i Ekrem'e durumu anlatınca onun duasını almıştı. Zübeyr, Medine'de de Resûl-i Ekrem'in yakın çevresinde yaşadı, onunla birlikte bütün savaşlarda bulundu. Bedir Gazvesi'ne katılan üç süvariden biri olup büyük yararlılıklar gösterdi. Resûlullah, Bedir'de müslümanlara yardıma gelen Cebrâil ile diğer meleklerin başlarında Zübeyr b. Avvâm'ın sarığına benzeyen sarıklar gördü. Savaşın en karışık anında Hz. Peygamber'in çevresini sarıp onu müşriklere karşı koruyanlardan biri de Zübeyr'dir. Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Sa'd bin Ebu Vakkas, 592 yılında Mekke'de dünyaya geldi. Dedesi Vüheyb bin Abdümenâf bin Zühre, Resul-i Ekrem'in sav annesinin amcası olduğu için Resulullah sav, Sa'd'a "dayı" diye hitap ederdi. 17 veya 19 yaşında iken İslamiyet'i kabul etmesi üzerine annesi dininden dönmediği sürece onunla konuşmamaya ve yemek yememeye ant içti; fakat Sa'd dininden dönmeyeceğini söyledi. İslamiyet'in ilk yıllarında Müslümanlarla alay eden bir müşriki yaraladığı için İslam uğrunda ilk kan akıtan kişi olarak anıldı. Peygamberimizden sav önce Medine'ye hicret etti. Râbiğ Seriyyesi ile Batn-ı Nahle Seriyyesi'ne katıldı ve Kureyş kervanına ilk oku o attı. Harrâr Seriyyesi'nde kumandan olarak görev yaptı. Bedir Gazvesi'nde müşrik süvari birliğinin kumandanı Saîd bin Âs'ı öldürüp kılıcını Resûl-i Ekrem'e teslim etti. Daha sonra Hz. Peygamber sav ile bütün gazvelere katıldı. Uhud Gazvesi'nde attığı her oku hedefine isabet ettirdiği için Resulullah ona atacağı okları birer birer verirken, "Anam babam sana fedâ olsun ey Sa'd, at!" diye iltifat ederdi. Birçok savaşta ve Medine'de düşman baskınından korkulduğu zamanlarda Resulullah'ın yanından ayrılmadı. Said bin Zeyd, 600 yılı civarında Mekke'de doğdu. Adî bin Kâ'b oğullarından olup soyu dedelerinden Kâ'b bin Lüey'de Hz. Peygamber'in soyu ile birleşir. Babası, İslam öncesi dönemde Hanîf dinine mensup olmakla bilinen Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, annesi Huzâa kabilesinden Fâtıma bint Ba'ce'dir. Babasının putlara tapmadığı, müşriklerin kestiği hayvanların etinden yemediği, Cahiliye âdetlerine değer vermediği ve kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesine şiddetle karşı çıktığı göz önüne alınırsa Saîd'in aile ortamında bu inançları benimseyen bir kişi olarak yetiştiği söylenebilir. Kaynaklarda babasının ona Allah'ın birliğine iman etmesi konusunda telkinde bulunduğu zikredilir. Çok genç yaşta İslam'ı kabul eden Saîd bin Zeyd'in 12'nci veya 13'ncü Müslüman olduğu nakledilir. Resûl-i Ekrem tarafından cennetle müjdelenen on sahabi arasında yer amcasının kızı ve Ömer'in kız kardeşi Fâtıma ile Ömer de onun kız kardeşi Âtike ile evliydi. Mekkelilerin Hz. Peygamber'i öldürme kararını uygulamak üzere harekete geçen Ömer, kız kardeşi Fâtıma'nın Müslüman olduğunu öğrenince Saîd bin Zeyd'in evine giderek onu hanımı ile birlikte tartakladı. Ancak Saîd'in sabırlı davranması ve sorulan sorulara inandırıcı cevaplar vermesi üzerine Ömer onları bıraktı ve okunan Kur'an'ı dinledikten sonra iman etmeye karar verdi. Saîd müşriklerden çok eziyet gördü ve hanımıyla birlikte Medine'ye hicret etti. Uhud ve Hendek gazveleri, Hudeybiye Antlaşması, Mekke'nin fethi, Huneyn ve Tebük Seferi ile Vedâ haccında bulunan Saîd, Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra da önemli görevler üstlendi. haber7 Güncelleme Tarihi 25 Haziran 2021, 2111
Vefa nedir? Vefakâr nedir? Peygamber Efendimiz’in hayatından vefa örnekleri...Vefâ, görülen iyilikleri unutmamak, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye devam etmektir. Vefâ, dostluğun kaynağı, muhabbetin ilk durağı ve güvenin en mühim mesnedidir. Tam ve kâmil bir îmânın ve Allah’a teslîmiyetin nişânesidir. Bu ahlâka sâhip olanlara vefâkâr denir. Vefakârlığın zıddı, nankörlük olup iyiliğin kadrini bilmemek veya ona kötülükle karşılık vermektir. Kalbî kıvâmın zirvesini gösteren vefâkarlığın temelinde samîmiyet, sadâkat ve tevâzû gibi ahlâkî hasletler bulunmaktadır. Şâirin “Dâvâ kapısını bırak da vefâ dergâhına gel!” çağrısından da anlaşılacağı gibi vefâ engin bir deryâ, bulunmaz bir dergâhtır. O dergâha giren herkes huzûr bulur ve oradan memnûn ayrılır. En büyük vefâkarlık, insanın Yaratanı’nı tanıması, kulluk vazîfesini yerine getirmesi ve O’nun verdiği nimetlerin kıymetini bilmesidir. En büyük nankörlük de kulun, Rabbi’ni inkâr etmesi, O’nun yüceliğini tanımamasıdır. PEYGAMBERİMİZİN VEFA ÖRNEKLERİ Vefânın zirvesini teşkil edecek en güzel misalleri Sevgili Peygamberimiz’in hayâtında müşâhede etmekteyiz. Resûlullah; “Ben babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Âmine’nin rüyâsıyım.” [2] Hâkim, II, 453 buyurmak sûretiyle hem Hz. İbrahim’i hem Hz. İsa’yı hem de annesini minnetle anmış, onlara karşı gereken vefâkârlığı göstermiştir. Bununla da kalmayıp kıyamete kadar gelecek olan ümmetine, Hz. İbrahim’in duasına mukâbelede bulunmalarını sünnet kılmıştır. Namazlarda okunan “Salli-Bârik” duasında, Âl-i Muhammed’in ardından Âl-i İbrahim’in zikredilmesi, işte bu çok zarif ve hassas olan vefâ duygusunun bir eseridir. Peygamberimizi Ağlatan Hatıra Sevgili Peygamberimiz’in vefâkâr bir evlat olduğunu gösteren diğer bir hâdise de Hudeybiye Umresi için Mekke’ye giderken vukû bulmuştur. Yolculuk esnâsında Ebvâ’ya uğramışlardı. Resûlullah Cenâb-ı Allah’tan izin isteyerek annesinin kabrini ziyaret etti. Ziyâret esnâsında kabrini eliyle düzeltti ve teessüründen ağladı. O’nun ağladığını gören Müslümanlar da ağladılar. Daha sonra niçin böyle yaptığını soranlara Sevgili Peygamberimiz; “Annemin bana olan şefkât ve merhametini hatırladım da onun için ağladım.” buyurdu. İbn-i Sa’d, I, 116-117. Ayrıca bkz. Müslim, Cenâiz, 105-108 Peygamberimizi Büyüten Hanım Peygamber Efendimiz kendisini şefkât ve merhametle büyüten annesini küçük yaşta kaybedip öksüz ve yetim kaldığında onu önce dedesi, daha sonra da amcası Ebû Tâlib yanına almıştı. Bu sıralarda amcasının hanımı Fâtıma hatun, Sevgili Peygamberimiz’e çok iyi bakmış, onu kendi çocuklarından hiç ayırmamış hatta daha da üstün tutmuştu. Müslüman olarak Medine’ye hicret eden bu hanım vefât ettiğinde Resûlullah; “Annem öldü!” demiş, onu gömleği ile kefenlemiş, daha sonra da kabre alışması için oraya bir müddet uzanmıştı. “Yâ Resûlallâh! Herhâlde Fâtımâ’nın ölümüne çok üzüldünüz!?” denildiğinde ise “O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyurur, kendi çocuklarının üstü başı toz toprak içinde dağınık dururken, o önce benim başımı tarar ve gülyağı sürerdi. O benim annemdi.” buyurmuştur. Ya’kubî, II, 14 Peygamberimizin Amcası Ebu Talib’e Vefası Peygamber Efendimiz, amcası Ebû Tâlib’in Müslüman olmasını çok istemişti. Bunun için defâlarca uğraştı. Hele vefâtı esnâsında başı ucunda gösterdiği gayret dillere destandır. İslâm’a bunca faydası dokunan bir kimsenin, îmân şerefine nâil olamaması onu çok üzüyordu. Ebû Tâlib vefât ettiğinde Hazret-i Ali, Efendimiz’e gelerek; “Dalâlet içindeki ihtiyar amcan müşrik olarak öldü!” dedi. Bu haber üzerine çok üzülen Resûl-i Ekrem Efendimiz ağlamaya başladı. Daha sonra da; “Git onu yıka ve göm!” buyurdu. Nesâî, Cenâiz, 84; Diyarbekrî, I, 301 O’nun bu üzüntüsü İslâm’ı yayma gayreti ile birlikte amcasına karşı olan vefâ duygusundan kaynaklanmaktaydı. Peygamberimizin Süt Annesine Vefası Fahr-i Kâinât Efendimiz, üzerinde emeği olan hiç kimseyi unutmamış, hayâtı boyunca onlara hep vefâ göstermiştir. Özellikle Hatîce vâlidemizin arkasından gösterdiği vefâkârlık eşine rastlanmayacak boyutlardaydı. Kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen, sütannesi Halime Hâtun, sütkardeşi Şeymâ da onun vefâkârlığından nasîbdâr olan şanslı kimselerdendir. Peygamberimiz onlara son derece hürmet göstermiş ve ihtiyaçlarının karşılanması için elinden geleni yapmıştır. İbn-i Sa’d, I, 113-114 Peygamberimizin Süt Kardeşine Vefası Hevâzin Gazvesi’nde esirler arasında gördüğü sütkardeşi Şeymâ’yı hemen tanımış, ona ve diğer yakınlarına kıymetli hediyeler vererek memleketlerine göndermiştir. Sevgili Peygamberimiz, sırf bölgelerinde dört yıl kaldığı için, bu savaş sonunda Hevâzinli süt teyzeleri, süt halaları hatırına ganimetleri geri vermeyi bile düşünmüştü. Ancak Hevâzinliler müracaatta gecikince, ordudaki bedevilerin de ısrarıyla Ci’râne’de toplanmış olan ganimetleri, taksim etmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Hevâzinlilerin vâkî olan talepleri üzerine kendisine ve Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşen esirleri serbest bırakınca, ashâb-ı kirâm da hisselerine düşen esirleri serbest bırakmış ve fidye ödemeksizin salıvermişlerdi. İbn-i Hişâm, IV, 135 Efendimiz’in süt akrabalarına gösterdiği vefâ sâyesinde, binlerce kişi hürriyetine kavuşmuş ve bu âlicenaplığın gönüllerine verdiği rikkatle hakîkate gözlerini açmışlardır. Peygamberimizin Müşrike Bile Uzanan Vefâ Duygusu Risâlet geldiğinden itibaren Efendimiz bütün çile ve ızdıraplara katlanarak İslâm’ı anlatmaya ve yaymaya devâm ediyordu. Tâif dönüşünde düşmanları onu Mekke’ye almak istememişlerdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz sıra ile birçok ileri gelen Mekkelinin himayesini istemiş fakat hepsi reddetmişti. Bu teklifi sâdece Mut’im bin Adiyy kabul etti ve oğullarını silâhlandırıp Peygamber Efendimiz’i himâye ederek şehre girmesine yardımcı oldu. Aradan yıllar geçti. Mut’im, Bedir savaşında Kureyşli müşriklerle birlikte Müslümanlara karşı savaştı ve öldürüldü. Peygamberimiz’in şâirlerinden Hassan bin Sâbit, bu zatın ölümünün ardından bir mersiye söyleyerek, vaktiyle Efendimiz’i himâye ettiğinden bahsetmiş ve onu hayırla yâdetmişti. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz kendi adına gösterilen bu vefâkarlıktan, ziyâdesiyle memnûn oldular. Daha sonra düşman esirlerine ne yapılacağı tartışılırken “Şayet Mut’im bin Adiyy hayatta olup da benden esirlerin bağışlanmasını isteseydi, fidye almadan hepsini serbest bırakırdım.” buyurarak ona olan vefâsını göstermiştir. Buhârî, Humus, 16; İbn-i Hişâm, I, 404-406 İslâm’ı tebliğ ederken kendisine kolaylık gösteren bir müşrike bile uzanan bu vefâ duygusu, ne yüce bir ahlâk nümûnesidir. Peygamberimizin Duasına Mahzar Olan Gençler Allah Resûlü hac mevsimlerinde ve panayırlarda İslâm’ı yaymaya çalışır, pek çok sıkıntı, zorluk ve işkencelerle karşılaşırdı. Birçok kabileyi olduğu gibi Âmir bin Sa’saa oğullarını da İslâm’a dâvet etmişti. Yanlarından kalkıp devesine bindiğinde, içlerinden Beyhara isimli müşrik, devenin göğsüne ansızın dürttü. Deve sıçrayıp kalkarken Sevgili Peygamberimiz’i yere düşürdü. Dubâa bint-i Âmir isminde Müslüman bir kadın Efendimiz’e yapılan bu hakâreti görür görmez; “Ey Âmir hânedânı! Gözünüzün önünde Allah’ın Resûlü’ne yapılan şu eziyeti görüp de içinizden onu hatırım için koruyacak kimse yok mudur?” dedi. Amca oğullarından üç kişi hemen kalkıp Beyhara alçağının üzerine yürüdüler. Bu olaydan sonra Efendimiz vefâkârlığının bir gereği olarak bunlar hakkında “Ey Allahım! Şunlara bereketini ihsân et!” diye duâ etti. Bu duâ bereketi ile Allah Teâlâ onlara îmân nasîb etti ve nihâyetinde şehidlik mertebesine nâil oldular. İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 353 Onun vefâsı herkese şâmildi. Ancak, her şeyden aziz tuttuğu İslâm dâvasında en küçük bir vazîfe alan kimselere karşı, daha husûsî bir teveccüh gösterir ve muhabbet beslerdi. Mescid-i Nebevî’yi temizleyen zenci bir kimse vardı. Efendimiz onu bir ara göremedi. Merak ederek nerede olduğunu sordu. Öldüğünü söylediler. Bunun üzerine Vefâ Âbidesi Efendimiz; “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” buyurdu. Daha sonra; “Bana kabrini gösterin!” diyerek kabrine gidip cenâze namazı kıldı ve ona dua etti. Buhari, Cenâiz, 67 Peygamberimizin Amcası Hz. Hamza’ya Vefası Fahr-i Âlem Efendimiz aynı şekilde Allah yolunda cihad edip şehit düşenleri de asla unutmaz, onların geride kalan yetimlerinin yetiştirilmesi, hayata hazırlanması ve dul kalan hanımlarının ihtiyaçlarının karşılanması husûsunda, şahsen büyük çaba gösterir ve ashâbını da buna teşvik ederdi. Buna dair yaşanmış birçok olay arasından iki tanesi şöyledir Peygamber Efendimiz Hudeybiye Umresi’nden dönerken, Uhud savaşında şehid düşen Hz. Hamza’nın küçük kızı Ümâme arkasından; “Amcacığım, beni kime bırakıp gidiyorsun?” diye seslenmişti. Bunun üzerine Efendimiz, onu yanına alarak Medine’ye getirdi. Ümâme’ye kimin bakacağını sorduğunda aynı anda üç kişi buna tâlip oldu. Bunlardan birincisi Zeyd bin Hârise olup Resûl-i Ekrem onu hicretten sonra Hz. Hamza ile kardeş yapmıştı. İkincisi Hz. Ali olup Ümame’nin amcası sayılırdı. Üçüncü şahıs da Ca’fer bin Ebî Talib olup Ümame’ye yakınlığı Ali gibi idi. Ancak bir farkla ki Hz. Ca’fer’in zevcesi, Ümame’nin teyzesi idi. Nebiyy-i Muhterem bir şehit yavrusuna gösterilen bu alâkadan son derece duygulandı. Demek ki ashâb-ı kirâm Resûlullah’ın vefâ mektebinde yeterli dersi alabilmiş ve bu konudaki nebevî ahlâkı kazanmıştı. Allah Resûlü “– Ey Zeyd! Sen Allah ve Resûlü’nün dostusun. Ey Ali! Sen de benim kardeşim ve dostumsun. Ey Ca’fer! Sen de bana yaratılışça ve huyca en çok benzeyensin!” diyerek üçüne de ayrı ayrı iltifat etti ve teyzesiyle evli bulunması sebebiyle Ümame’yi gözetip yetiştirmeye Hz. Ca’fer’i daha uygun buldu. Daha sonra Peygamber Efendimiz her safhada Ümame ile ilgilendi ve zamanı gelince onu Hz. Ümmü Seleme’nin oğlu Seleme ile evlendirdi. Buhârî, Megâzî, 43; İbn-i Sa’d, VIII, 159 Mûte muharebesinde diğerleriyle birlikte en başta üç kumandan; Zeyd bin Hârise, Ca’fer bin Ebî Talib ve Abdullah bin Revâha peşpeşe şehit düşmüşlerdi. Savaş sonunda İslâm ordusu Medine’ye döndüğünde şehitlerin ardından Resûlullah ve Müslümanlar gözyaşı döktüler. Bu esnâda Peygamber Efendimiz’in Müslümanları dövünerek ve feryat ederek ağlamaktan men ettiği görüldü. Bunun yerine şehit evlerine yemek götürmelerini istedi. Bilhassa geri kalan yetimlerin himayesi ile yakînen ilgilenilmesini tenbih etti. Bu konuda bizzat ashâbına örnek oldu, Hz. Ca’fer’in ailesine başsağlığı dileyerek tesellîde bulundu ve üç gün süreyle evlerine yemek gönderdi. O günden itibaren çocuklarını da himayesine aldı. İbn-i Hişam, III, 436 Resûlullah sâdece kendisine yapılan iyiliklere karşı vefâkâr değildi; aynı zamanda getirdiği hak dîne ve ashâbına yardımı dokunan herkese, ömrünün sonuna kadar minnettâr kalmış, fırsat düştükçe vefâkârlığını göstermiştir. Peygamberimizin Habeşistanlılara Vefası Habeşistan hicretinin üzerinden yıllar geçmişti. Bir defasında Habeşistan hükümdarının elçileri, Resûl-i Ekrem’in huzûruna geldiler. Hz. Peygamber bunlarla yakînen ilgilendi, hatta onlara bizzat hizmet etti. Ashâbın bu hizmeti kendilerinin yapabileceğini söylemeleri üzerine, Peygamber Efendimiz’in verdiği cevap çok anlamlıdır; “Bunlar Habeşistan’a göç etmiş olan ashâbıma yer göstermiş, ikrâm etmişlerdir. Buna karşılık şimdi ben de onlara hizmet etmek isterim.” Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 518; VII, 436 Habeşistanlılara karşı vefâkârlığına devâm eden Peygamberimiz, arada deniz bulunduğu ve karadan da günlerce gidilecek mesâfe olduğu hâlde Necâşî’nin vefâtını hemen o gün ashâbına haber verdi ve “– Uzak bir beldede ölen kardeşinizin cenâze namazını kılınız!” buyurdu. Sahâbîler; “Yâ Resûlallâh! Kimdir o?” diye sorduklarında, Efendimiz “– Necâşî Ashama’dır! Bugün Allah’ın sâlih kulu Ashama öldü! Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz!” buyurdu ve cenâze namazını kıldırdı. Müslim, Cenâiz, 62-68; İbn-i Hanbel, IV, 7 Peygamberimizin Şehitlere Olan Vefası Resûlullah, son hastalığında rahatsızlığı iyice artınca, ashâbıyla görüşmek için mescide gelmişti. Mescid Müslümanlarla dolup taşıyordu. Allah’ın Sevgili Resûlü, İslâm’ı tebliğ etmiş ve insanların bir çoğuna hidâyeti ulaştırmıştı. Bunun semeresi olan bu kalabalık cemaat, o Aziz İnsan’ı çok sevindirmişti. Artık gözü arkada kalmayacaktı. Ancak dâvâsı bu hâle gelinceye kadar malı ve canı ile cihâd eden, şehid olan ve orada olmayan ashâbı da vardı. Efendimiz onları hiçbir zaman unutmamış ve gönlünden çıkarmamıştı. Zaman zaman Cennetü’l-Bakî’ye, zaman zaman da diğer şehidliklere giderek onlara duâ ediyordu. İşte bu son konuşmasında da kalabalık bir cemaatin “âmin” sadâları arasında bir vefâ olarak onları hayırla yâd edecekti. Hâdiseyi anlatan sahâbî şöyle diyor “Peygamber Efendimiz, kelime-i şehâdet getirdikten sonra Ey insanlar! Size olan nimetinden dolayı O Allah’a hamd ederim ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur!» diye hamd ü senâda bulundu. Her zaman yaptığı gibi Uhud günü şehit düşen Müslümanlar için de Allah’tan mağfiret diledi. İbn-i Sa’d, II, 228, 251 Bu ne vefâ yâ Rabbî! Yılların eskitemediği, acıların, sıkıntıların ve gâilelerin unutturamadığı, bollukla zayıflamayan, rahatlık ve saltanatla yok olmayan ne muazzam bir vefâ! Peygamberimizin Ensara Olan Vefası Daha sonra Ensâr’a olan vefâsını göstererek şöyle buyurdular “Ey insanlar! İnsanlar çoğalıyor ancak Ensâr azalıyor. Hatta yemekteki tuz kadar azalacaklar. İçinizden her kim, bir kimseye zarar ya da fayda vermeye muktedir olabileceği bir işin başına gelirse, Ensâr’ın iyilerine iyilikle muâmele etsin, kötülük yapanlarını da affetsin.” Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 11 “Sizlere Ensâr’a iyi muâmele etmenizi tavsiye ederim. Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım ve eminlerimdir. Üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yapmışlardır. Hizmetlerinin karşılığı ise henüz tam olarak ödenmemiştir. Âhirette fazlasıyla ödenecektir. Bu sebeple onların iyilerinin yaptığını kabul edin, kötülerinin yaptıklarından ise vazgeçiverin.” Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 11 Efendimiz bundan sonra minbere bir daha çıkmadı. Kendisine İslâm dâvâsında en çok yardım eden Ensârı’nı, ümmetine emânet ettikten sonra vazîfesini yapmış olmanın rahat ve huzûru içinde Yüce Rabbi’ne kavuştu. İslâm’a gönüllerini ve kapılarını açan bu kahraman insanlara karşı Efendimiz’in vefâkarâne davranışları sayılamayacak kadar çoktur. Mekke fethedildiğinde Ensâr; “Artık bizi terk eder, Mekke’de kalır.” diye üzülürlerken O, Ensâr’ı tercih etmiş ve onlarla birlikte Medîne’ye geri dönmüştü. Peygamber Efendimiz Muhâcirlerin yaptıkları fedâkârlıkları da zaman zaman yâdetmiş ve onları methetmiştir. Ancak onların içerisinde Ebûbekir’in ayrı bir yeri vardır. Ona olan minnettarlığını ise şöyle ifâde eder; “Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını ayniyle veya daha fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebûbekir müstesnâ!. Onun o kadar çok iyiliği olmuştur ki karşılığını kıyâmet günü Allah verecektir. Bana Ebûbekir’in malı kadar kimsenin malı faydalı olmamıştır. Eğer kendime bir dost edinseydim, mutlaka Ebûbekir’i edinirdim. Kendini kasdederek Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teâlâ’nın dostudur.” Tirmizî, Menâkıb, 15 Vefâyı Efendimiz’den öğrenen ashâb-ı kirâm da gönülleri coşturacak, gözleri yaşartacak vefâ örnekleri sergilemişlerdir. Ebûbekir halîfe olunca, Peygamberimiz’in kime bir va’di varsa gelip alması için nidâ ettirmiş ve Bahreyn’den gelen mallardan onları ödemiştir. Hz. Ali’nin Peygamberimize Olan Vefası Hz. Ali de Efendimiz’in vefâtından sonra; “Resûlullah’ın kime bir va’di veya borcu varsa bana gelsin!” diyerek nidâ ettirdi. Sağ olduğu müddetce her yıl adam gönderip kurban kesim günü Mina’da böylece nidâ ettirmeye devâm etti. Böyle bir taleple gelenlere istediklerini verdi. Hz. Ali’den sonra vefâtına kadar Hz. Hasan, ondan sonra da şehâdetine kadar Hz. Hüseyin böyle yaptı. İbn-i Sa’d, II, 318; Buhârî, Kefâle, 3 Cenâb-ı Hak böyle vefâkâr kullarının gönüllerini hoş eder ve özlerini saflaştırır. Onlara verdiği şeyler yok olup gittiğinde tekrar yenisini verir. Mevlânâ Hazretleri şöyle der “Vefâlı kimseler bu vefâyı bütün âleme yaymış ve vefâ örnekleri göstermişlerdir. Denizler de onların buyruklarına uymuştur. Dağlar da, dört unsur[3] da onlara kul, köle kesilmiştir.” Mesnevî, c. V, beyt 1192-1193 [1] Resûl-i zî-şân Efendimiz ahlâken ve hilkaten son derece güzel ve Hak katında kıymetli idi. O, o kadar vefâkardı ki âdetâ “vefâ”nın tâ kendisi olmuştu. [2] İbrahim Peygamberimiz için; “Rabbimiz! İçlerinden onlara senin âyetlerini okuyan, Kitâb’ı ve hikmeti öğreten, onları her türlü kötülükten temizleyen bir Peygamber gönder!” el-Bakara 2/129 âyetinde belirtilen mübarek ve samîmî duasını yapmıştı. Îsâ kendisinden sonra Ahmed isminde bir Resûlün geleceğini müjdelemişti. es-Saf 61/6 Âmine vâlidemiz ise rüyâsında kendisinden bir nûr çıktığını ve bütün dünyayı aydınlattığını görmüştü. İbn-i Sa’d, I, 102 [3] Bunlar, yaratılışın temel dört maddesini oluşturan hava, su, toprak ve ateştir. Kaynak Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları İslam ve İhsan
peygamber efendimiz annesinin vefatından sonra kimin yanında kaldı